Dördüncü sehiv: “Isparta’ya yağmur yağdırması, yazı bahara çevirmesi kerametidir; şakirdleri tarafından denilmiş.”
Elcevap: Yağdırmak, çevirmek değil, belki Risale-i Nur bereketiyle yağdı ve döndü denilmiş.
Beşinci sehiv: “Tarikatın hakikatini ilmen izah eden Telvihat-ı Tis’a namındaki risalede, bir kısım makbul meczubların, bazen cezbe halinde hilâf-ı şeriat hareketlerinin hikmetini beyan sırasında demiş ki: ‘İnsanda bazı lâtifeler ihtiyar altına girmez. Hükmettikleri zaman, o meczub adam şeriata muhalefetiyle mesul olamaz.’ cümlesini, ‘Velâyet-i kübra yollarının en parlağı ve en yükseği sünnet-i seniyyeye ittibadır.’ fıkrasına bir tezaddır.” diye raporda yazılmış. Bu zâhir bir sehivdir. Hem o sahifede derler: “Said, tasavvuf yapmadığını ve Kur’an’ı şerh ettiğini söyler. Hem hapishanede iken, Gavs-ı Âzam Abdülkadir-i Geylânî'yi imdadına çağırıyor. Ve hurufçuluk yapıyor.” diye medar-ı tenkid bir tezad yapmışlar.
Elcevap: Bu zâhir bir sehivdir. Çünkü, Abdülkadir-i Geylânî’yi yalnız sofiler değil, belki ekser halk onu sever. Keramet-i zâhirlerine hayret ederler. Hatta meşhur bir Hristiyan demiş: “Ben İslâmiyeti kabul etmiyorum; fakat Şeyh Geylânî’yi de inkâr edemiyorum.” Böyle yüksek derecede kabul-ü âmmeye mazhar bir zatı medhetmek ve himmetini ve şefaatini istemek, sofiliğimden değil, onun yüksekliğindendir.
Ve ilm-i hurûf namıyla eski zamanda cereyan eden ve nâ-ehil bir kısım şarlatanlar dahi onu sû-i istimal edip, hâfi ilimler sırasında gizlenen ve Bâtıniyyun taifesinde ehemmiyet verilen “hurufçuluk” ise, hesab-ı ebced ve tevafukla Risale-i Nur’un beyanatına gayet zâhir ve gözle görünür gibi tarzının sabık “hurufçuluk” ile hiç münasebeti olmadığı halde; bunu da, “Ehl-i Sünnetçe makbul olmayan hurufçuluk” deyip, “sehven bir tezaddır” demişler.
Altıncı sehiv: Raporda: “İşine gelirse, ‘Ben Kürd’üm, Şafiiyim. Biz Hanefi ulemasının Türkçe ezan gibi kararını tanımayız.’ diyor.” demişler. “Hem işine gelince ‘Kürdlük, Türklük yoktur. Biz yekvücuduz, müslümanız,