Yalnız bir noktada Risale-i Nur’a bir haksızlık olduğu cihetle hatırlatmak lazımdır. Şöyle ki: Muhterem ehl-i vukufun yüz yirmi yedi ilmî risaleleri tam takdir ile vâkıfane olduğunu beyan ettikleri yerde, yalnız üç küçük mahrem risalelerin gayr-ı ilmî ve şaşırtıcı ve normal olmadığı bir halde, olmasına mukabil tutmaları doğru değildir. Risale-i Nur’un yüz yirmi yedi ilmî risalesinin onlarca musaddak yüksek kıymetlerine ve binler hakikatlerine karşı, üç-dört risalenin onlarca şaşırtıcı üç-dört meseleleri mukabil tutulmaz diye o zatlara hatırlatıyorum.
Hem bir kardeşimiz, bir hadisin hükmüyle ve Mevlâna Halid'in (k.s.) hayatının dört cihetle bu biçare Said’in hayatıyla tevafuk etmesiyle “Risale-i Nur dahi Mevlâna Halid (k.s.) gibi bir müceddittir” diye beyanı, benim benliğime ve şahsıma ve şahsiyetime verilmiş. Halbuki ben, bütün arkadaşlarımı işhad ediyorum ki; ben, benlik peşinde koşmuyorum ve reddediyorum. Ve bana, şahsıma karşı ziyade hüsn-ü zan edenleri men’edip hatırlarını çok defa kırıyorum.
Teşekkürün bir tetimmesidir:
Muhterem ehl-i vukufun raporunda, medar-ı nazar olmuş ve itiraz edilmiş: “Risale-i Nur şakirdleri ehl-i cennet olacakları ve iman ile kabre girecekleri” cihetidir. Aşere-i mübeşşere'den başka şahsıyla ve ismiyle bu fazilete kimse yetişemez.” diye bir nevi itirazına karşı deriz: Bu meselede şahıs, ismiyle tayin edilmemiş, yalnız kuvvetli işaretlerle إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ gibi ayetlerin “iman ve amel-i salih sahibleri ehl-i cennettir” dedikleri misillü Risale-i Nur’un, şeytanları dahi susturan iman-ı tahkikîsini ders alan şakirdleri, iman ile kabre gireceklerine kuvvetli emarelerle hükmedilse, elbette medar-ı itiraz olamaz.
Hem o zatlar acelelik cihetiyle Risale-i Nur’a ait kerametleri bana isnad oluyor diye, medar-ı tenkid ederek demişler: “Bir veli keramet dava edemez.”