Masum arkadaşlarımın mazlumiyetinden gelen feryatlarının
işitilmediği ve benim de onlarla konuşturulmadığım bir
zamanda, onların meyusiyetlerine bir teselli vermek için
yazdığım en mahrem bir fıkradır
(Bu makam münasebetiyle ilâve edilmiştir)
Hafîz-i Zülcelâlin hıfz ve himayetine bakınız ki; meselemiz münasebetiyle Risale-i Nur’un risaleleri adedine muvafık olarak, yüz yirmi küsûr adamın mahrem evrakları ile istintakta oldukları halde; ve ecnebilerin entrikalarıyla ve muhalif komitacıların dolaplarıyla mevcud ve münteşir müteaddid cemiyetlerin hiçbiriyle, Risale-i Nur’un hiçbir şakirdinin münasebetdarlığını gösterecek hiçbir madde bulunmaması, gayet zâhir ve parlak bir himaye-i rabbaniye olduğu ve bir muhafaza-i ilâhiye ve İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam'ın (k.s.), Risale-i Nur’a ait keramet-i gaybiyelerini cidden teyid eden bir inayet-i rahmaniyedir. Kırk ikilik bir top güllesini, kırk iki masum ve mazlum kardeşlerimizin dergâh-ı ilâhiyeye açılan elleriyle doldurup, geri çevirip, atanların başlarında manen patlattırdı. Bizlere zararı, yalnız ehemmiyetsiz ve sevaplı ve hafif bir kaç yara bereden başka olmadı. Böyle bir seneden beri doldurulan bir toptan, böyle pek az zarar ile kurtulmak harikadır. Böyle pek büyük bir nimete karşı, şükür ve sürur ve sevinç ile mukabele gerektir. Bundan sonraki hayatımız bize ait olamaz; çünkü müfsidlerin plânlarına göre, yüzde yüz mahv idi. Demek bundan sonraki bu hayatı kendimize değil, belki hak ve hakikate vakfetmeliyiz. Şekva değil, belki daima şükrettirecek, her şeyde rahmetin izini, yüzünü, özünü görmeye çalışmalıyız.
Said Nursî
***