bin mucizat içinde bütün enbiya ve asfiyanın taht-ı tasdiklerinde, İslâmiyet ve risalet parmaklarıyla işaret ederek bütün kuvvetiyle gösterdiği bir hakikati diğeri, âlem-i gaybın lisanı hükmünde, kırk vücuh-u i’caz içinde, kâinatın bütün âyat-ı tekviniyesinin taht-ı tasdiklerinde, hakkaniyet ve hidayet parmaklarıyla işaret edip bütün ciddiyetle gösterdiği aynı hakikati, o hakikat güneşinden daha bâhir, gündüzden daha zâhir olmaz mı?
Ey dalâlet-âlud mütemerrid insancık! (Haşiye) Ateşböceğinden daha sönük kafa fenerinle nasıl şu güneşlere karşı gelebilirsin, onlardan istiğna edebilirsin, üflemekle onları söndürmeye çalışırsın? Tuuh, tuf, senin o münkir aklına!... Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet ve bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın sahibi namına ve onun hesabına söyledikleri sözleri ve davaları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun?