külfet ve meşakkat ve masraf, o kadar suhulet peyda eder ki, kesretle terbiye edilen tek bir semereye müsavi olurlar; demek kesret ve taaddüd-ü merkez, her semere için, kemiyetçe bütün ağaç kadar külfet ve masraf ve cihazat ister. Fark, yalnız keyfiyetçedir. Nasıl ki bir tek nefere lâzım teçhizat-ı askeriyeyi yapmak için, orduya lâzım bütün fabrikalar kadar fabrikalar lâzımdır; demek iş, vahdetten kesrete geçse, efrad adedince kemiyet cihetiyle külfet ziyadeleşir. İşte her nevide bilmüşahede görünen suhulet-i fevkalâde, elbette vahdetten, tevhidden gelen bir yüsr ve suhuletin eseridir.
Elhasıl, bir cinsin bütün envaı, bir nevin bütün efradı, aza-yı esaside muvafakat ve müşabehetleri nasıl isbat ederler ki, tek bir Sâniin masnularıdır, çünkü vahdet-i kalem ve ittihad-ı sikke öyle ister; öyle de bu meşhud suhulet-i mutlaka ve külfetsizlik, vücub derecesinde icab eder ki, bir Sâni-i Vahidin eserleri olsun. Yoksa imtina derecesine çıkan bir suubet, o cinsi in’idama ve o nevi, ademe götürecekti.
Velhasıl: Cenab-ı Hakka isnad edilse, bütün eşya bir tek şey gibi bir suhulet peyda eder; eğer esbaba isnad edilse, her bir şey bütün eşya kadar suubet peyda eder. Madem öyledir; kâinatta şu görünen fevkalâde ucuzluk ve şu göz önündeki hadsiz mebzuliyet, sikke-i vahdeti güneş gibi gösterir. Eğer, gayet mebzuliyetle elimize geçen şu meyveler Vahid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verse idik, bir tek narı yiyemezdik.
ONUNCU LEM’A: Tecelli-i cemaliyeyi gösteren hayat, nasıl bir bürhan-ı ehadiyettir, belki bir çeşit tecelli-i vahdettir; tecelli-i celali izhâr eden memat dahi bir bürhan-ı vahidiyettir.