Evet, bir ferd, rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi; görüyoruz ki, bütün mevcudat-ı âlem, bahusus zîhayat olsa, küllî olsun, cüz’î olsun, küll olsun, cüz olsun; vücudunda, bekasında, hayatında ve idame-i hayatta maddeten ve manen çok metalibi var, çok levazımatı var. İftikaratı ve ihtiyacatı öyle şeylere var ki, en ednasına o şeyin eli yetişmediği, en küçük matlubuna o şeyin kuvveti kâfi gelmediği bir halde görüyoruz ki, bütün metalibi ve erzak-ı maddiye ve maneviyesi مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ ummadığı yerlerden kemal-i intizamla ve vakt-i münasipte ve lâyık bir tarzda kemal-i hikmetle ellerine veriliyor. İşte bu iftikar ve ihtiyac-ı mahlukat ve bu tarzda imdat ve iane-i gaybiye, acaba güneş gibi bir Mürebbi-i Hakîm-i Zülcelâli, bir Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemali göstermiyor mu?
SEKİZİNCİ LEM’A: Nasıl ki, bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla, herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufunda olduğunu; hem o tohumu dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. Öyle de, şu anâsır denilen mezraa-i masnuat, vahidiyet ve besatet ile beraber, külliyet ve ihataları ve şu mahlukat denilen semerat-ı rahmet ve mucizat-ı kudret ve kelimat-ı hikmet olan nebatat ve hayvanat, mümaselet ve müşabehetleriyle beraber çok yerlerde intişarı, her tarafta bulunup tavattunları, tek bir Sâni-i muciznümanın taht-ı tasarrufunda olduklarını öyle bir tarzda gösteriyor ki, güya her bir çiçek, her bir semere, her bir hayvan, o sâniin birer sikkesidir, birer hatemidir, birer turrasıdır.