İKİNCİ LEM’A: Bak şu kâinat bostanına, şu zeminin bağına, şu semanın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne, dikkat et! Göreceksin ki, bir Sâni-i Zülcelâlin, bir Fâtır-ı Zülcemalin, o serilmiş ve serpilmiş masnuattan her bir masnu üstünde Hâlik-ı küll-i şeye mahsus bir sikkesi ve her bir mahluku üstünde Sâni-i küll-i şeye has bir hatemi ve kalem-i kudretin birer menşuru olan sahaif-i leyl ve nehar, yaz ve baharda yazılan tabakat-ı mevcudat üstünde taklit kabul etmez bir turra-i garrası vardır. Şimdi o sikkelerden, o hatemlerden, o turralardan numune olarak birkaçını zikredeceğiz.
Meselâ, hesapsız sikkelerinden, hayat üzerinde koyduğu çok sikkelerinden şu sikkeye bak ki: “Bir şeyden her şey yapar. Hem, her şeyden bir tek şey yapar.” Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan hesapsız aza ve cihazat-ı hayvaniyeyi yapar. İşte, bir şeyi her şey yapmak, elbette bir Kadîr-i Mutlakın işidir. Hem yenilen hadsiz taamlardan, o taam ise hayvanî olsun, nebatî olsun, o müteaddit maddeleri, has bir cisme kemal-i intizam ile çeviren ve ondan mahsus bir cild nesceden ve ondan basit cihazları yapan, elbette bir Kadîr-i küll-i şeydir ve Alîm-i Mutlaktır. Evet, Hâlik-ı mevt ve hayat, şu destgâh-ı dünyada, hikmetiyle, hayatı öyle bir kanun-u emriye-i muciznüma ile idare ediyor ki, o kanunu tatbik ve icra etmek, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir zata mahsustur.
İşte eğer aklın sönmemiş ise, kalbin kör olmamış ise anlarsın ki, bir şeyi kemal-i suhulet ve intizamla her şey yapan ve her şeyi kemal-i mizan ve intizamla sanatkârane bir tek şey yapan, her şeyin Sâniine has ve Hâlik-ı küll-i şeye mahsus bir sikkedir. Meselâ, görsen, harikapîşe bir zat, bir dirhem pamuktan yüz top çuha ve ipek veya patiska gibi mütenevvi