Hamisen: Mistar-ı kader üstünde kalem-i kudretiyle yazılan mektubat-ı rabbaniyeyi mütalâa makamında tefekkür ve istihsan vazifesine başladılar.
Sadisen: Eşyanın yaradılışında ve masnuatın sanatındaki lâtif incelik ve nazenin güzellikleri temâşâ ile tenzih makamında Fâtır-ı Zülcelâl, Sâni-i Zülcemallerine muhabbet ve iştiyak vazifesine girdiler.
Demek, kâinata ve âsâra bakıp, gâibane muamele-i ubudiyetle mezkûr makamatta mezkûr vezaifi edâ ettikten sonra, Sâni-i Hakîmin dahi muamelesine ve ef’aline bakmak derecesine çıktılar ki, hâzırane bir muamele suretinde evvelâ Hâlik-ı Zülcelâlin kendi sanatının mucizeleriyle kendini zîşuura tanıttırmasına karşı hayret içinde bir marifet ile mukabele ederek سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ dediler. “Senin tarif edicilerin, bütün masnuatındaki mucizelerindir.”
Sonra, o Rahmanın kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karşı, muhabbet ve aşk ile mukabele edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ dediler.
Sonra, o Mün’im-i Hakikinin tatlı nimetleriyle terahhum ve şefkatini göstermesine karşı, şükür ve hamd ile mukabele ettiler; dediler: سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ “Senin hak şükrünü nasıl edâ edebiliriz? Sen öyle şükre lâyık bir meşkûrsun ki, bütün kâinata serilmiş bütün ihsanatın açık lisan-ı hâlleri, şükür ve senânızı okuyorlar. Hem, âlem çarşısında dizilmiş