ve hiçbir garazı ve zatından başka hiçbir sebep iktiza etmeyen kemal-i zatı perestişe kâfi ve vâfi iken, sabıkan beyan ettiğimiz ve her birisine bir hayat ve bir beka değil, belki elden gelse binler hayat-ı dünyeviye ve beka feda edilmeğe lâyık olan mezkûr bâki meyveleri dahi ihsan etmekle, o fıtrî aşkı şiddetlendirmiş hissettim. Elimden gelse idi bütün zerrat-ı vücudumla: حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ diyecektim ve o niyetle dedim. Ve bekasını arayan ve beka-yı ilâhîyi bulan o şuur-u imanî —ki bir kısım meyvelerine sabıkan “Hem... Hem... Hem...” ler ile işaret ettim— bana öyle bir zevk ve şevk verdi ki; bütün ruhumla, bütün kuvvetimle, en derin kalbimde nefsimle beraber: حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ dedi.