Ve münasebet, alâka, uhuvvet, dostluk sırrıyla saadetleri bana in’ikâs edip saadetlendirdiğini zevkettim.
Hem o şuur-u imaniyle rikkat-i cinsiye ve şefkat-i akraba yüzünden gelen hadsiz teellümattan kurtulup hadsiz bir zevk-i ruhanî duydum. Çünkü, hayatımı ve bekamı maaliftihar onların tehlikelerden kurtulmaları için feda etmeği fıtrî arzu ettiğim başta pederlerim ve validelerim ve bütün neslî ve nesebî ve manevî akrabalarım, Baki-i Hakikînin bekası ve varlığıyla mahvdan ve ademden ve idam-i ebedîden ve hadsiz elemlerden kurtulup o hadsiz rahmetine mazhariyetlerini şuur-u imaniyle hissettim. Ve medar-ı gam ve elem olan cüz’î ve tesirsiz şefkatime bedel, nihayetsiz bir rahmet, onlara nezaret ve himayet ettiğini duydum, hissettim. Bir valide veledinin lezzetiyle, zevkiyle, rahatıyla zevklenmesi gibi; ben de o bütün şefkat ettiğim zatların, o rahmetin himayeti altındaki necatlarıyla ve istirahatlarıyla zevklendim ve ferahlandım ve çok derin şükrettim.
Hem o şuur-u imaniyle, netice-i hayatım ve sebeb-i saadetim ve vazife-i fıtratım olan Resail-i Nur dahi zıya’dan, mahvdan, faidesiz kalmasından ve manen kurumasından kurtulmalarını ve meyvedar, bâki kalmalarını o intisab-ı imanî ile bildim, hissettim, kanaat getirdim; kendi bekamın lezzetinden çok ziyade bir manevî lezzet duydum, tam hissettim. Çünkü, iman ettim ki: Baki-i Zülkemal’in bekası ve varlığıyla Resailü’n-Nur yalnız insanların hafızalarında ve kalblerinde nakşolmuyor; belki hadsiz zîşuur mahlûkatın ve ruhanîlerin bir mütalâagâhları olmakla beraber rıza-i ilâhîye mazhar ise, levh-i mahfuzda ve elvah-ı mahfuzada irtisam ederek sevab meyveleriyle tezeyyün eder. Ve bilhassa Kur’an’a mensubiyeti ve kabul-ü nebevî ve —inşaallah— marzi-i ilâhî cihetiyle bir anda vücudu ve nazar-ı rabbaniyeye mazhariyeti, umum ehl-i dünyanın takdirinden daha ziyade kıymettar bildim.