Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını ahiret âlemlerine döküyor.
Beşincisi: Nihayetsiz kemalât-ı ilâhiyeyi, hadsiz celevat-ı cemaliyeyi ve gayetsiz tecelliyat-ı celâliyeyi ve gayr-ı mütenahî tesbihat-ı rabbaniyeyi şu dar ve mahdut zeminde ve mütenahi ve az bir zamanda göstermek için, zerratı kemal-i hikmetle, kudretiyle tahrik edip, kemal-i intizamla tavzif ederek, mütenahi bir zamanda, mahdut bir zeminde, gayr-ı mahdut, gayr-ı mütenahî tesbihat yaptırıyor, gayr-ı mahdut tecelliyat-ı cemaliye ve celâliye ve kemaliyesini gösteriyor, çok hakaik-i gaybiye ve çok semerat-ı uhreviye ve fânilerin baki olan hüviyet ve suretlerinden pek çok nukuş-u misaliye ve çok manidar nüsûc-u levhiyeyi icad ediyor. Demek, zerreyi tahrik eden, şu makasıd-ı azimeyi, şu hikem-i cesîmeyi gösteren bir Zattır. Yoksa, her bir zerrede güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir. Daha bu beş numune gibi belki beş bin hikmetle tahrik olunan zerratın tahavvülâtını, o akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler. Ve hakikatte biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i cezbekâranede zikir ve tesbih-i ilâhî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri, kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu’m etmişler. İşte bundan anlaşılıyor ki, onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri, hikmetsizliktir. Üçüncü Noktada altıncı, uzun bir hikmet daha söylenecektir.
İKİNCİ NOKTA
Her bir zerrede, Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetine iki şahid-i sadık vardır. Evet, zerre, acz ve cümuduyla beraber, şuurkârane büyük vazifeleri yapmakla, büyük yükleri kaldırmakla Vâcibü’l-Vücudun vücuduna