ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir. Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve halis bir şükür ve ciddî ve sâfi bir hürmet ister. İşte, o halis şükrün ve o sâfi hürmetin tercümanı ve ünvanı olan بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ ’i de, o rahmetin vusulüne vesile ve o Rahmanın dergâhında şefaatçi yap.
Evet, rahmetin vücudu ve tahakkuku, güneş kadar zâhirdir. Çünkü, nasıl merkezî bir nakış, her taraftan gelen atkı ve iplerin intizamından ve vaziyetlerinden hasıl oluyor; öyle de, bu kâinatın daire-i kübrasında bin bir ism-i ilâhinin cilvesinden uzanan nuranî atkılar, kâinat simasında öyle bir sikke-i rahmet içinde bir hatem-i rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hatem-i inayeti nesc ediyor ki, güneşten daha parlak kendini akıllara gösteriyor.
Evet, şems ve kameri, anâsır ve maadini, nebatat ve hayvanatı, bir nakş-ı âzamın atkı ipleri gibi o bin bir isimlerin şualarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebatî ve hayvanî olan umum validelerin gayet şirin ve fedakârane şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı hayat-ı insaniyeye musahhar eden ve ondan rububiyet-i ilâhiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı âzamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahman-ı Zülcemal, elbette kendi istiğna-yı mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış. Ey insan! Eğer insan isen, bismillahirrahmanirrahîm de, o şefaatçiyi bul.