ebedî ve sabit bir vücud verir ki, hiç inhilâl ve tagayyüre ve ihtiyarlığa ve inkıraza maruz kalmazlar. Çünkü inkıraza sebebiyet veren tagayyürün esbabı bulunmaz.
Dördüncü Mesele: Şu mümkün, vaki olacaktır. Evet, dünya öldükten sonra ahiret olarak diriltilecektir. Dünya harap edildikten sonra, o dünyayı yapan Zat, yine daha güzel bir surette onu tamir edecek, ahiretten bir menzil yapacaktır. Şuna delil, başta Kur’an-ı Kerim, binler berahin-i akliyeyi tazammun eden umum âyatıyla ve bütün kütüb-ü semaviye bunda müttefik bulunduğu gibi, Zât-ı Zülcelâlin evsaf-ı celâliyesi ve evsaf-ı cemaliyesi ve esma-i hüsnası bunun vukuuna kat’î surette delâlet ederler. Ve enbiyaya gönderdiği bütün semavî fermanları ile, kıyameti ve haşrin icadını vaad etmiş. İşte, madem vaad etmiş, elbette yapacaktır. Onuncu Sözün Sekizinci Hakikatine müracaat et. Hem, başta Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın bin mucizatının kuvvetiyle, bütün enbiya ve mürselînin ve evliya ve sıddıkînin, vukuunda müttefik olup haber verdikleri gibi, şu kâinat, bütün âyat-ı tekvîniyesiyle, vukuundan haber veriyor.
Elhasıl: Onuncu Söz bütün hakaikiyle, Yirmi Sekizinci Söz İkinci Makamında, Lâsiyyemâlar’daki bütün berahiniyle, gurub etmiş güneşin sabahleyin yeniden tulû edeceği derecesinde bir kat’iyetle göstermiştir ki, hayat-ı dünyeviyenin gurubundan sonra, şems-i hakikat hayat-ı uhreviye suretinde çıkacaktır.
İşte, baştan buraya kadar beyanatımız, ism-i Hakîmden istimdat ve feyz-i Kur’an’dan istifade suretinde, kalbi kabule, nefsi teslime, aklı iknaa ihzar için dört esas söyledik. Fakat biz neyiz ki buna dair söz söyleyeceğiz? Asıl şu dünyanın sahibi, şu kâinatın Hâlikı, şu mevcudatın Mâliki ne söylüyor, onu dinlemeliyiz. Mülk sahibi söz söylerken başkalarının ne haddi var ki fuzuliyane karışsın?