Üçüncü ayet olan وَمَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ gibi ayetlerin işaret ettikleri kıyas-ı adlînin hülâsası şudur ki:
Âlemde çok görüyoruz ki, zalim, fâcir, gaddar insanlar gayet refah ve rahatla; ve mazlum ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsavi kılar. Eğer şu müsavat nihayetsiz ise, bir nihayeti yoksa, zulüm görünür. Halbuki, zulümden tenezzühü, kâinatın şehadetiyle sabit olan adalet ve hikmet-i ilâhiye, bu zulmü hiçbir cihetle kabul etmediğinden, bilbedahe, bir mecma-i âheri iktiza ederler ki, birinci cezasını, ikinci mükâfatını görsün. Tâ, şu intizamsız, perişan beşer, istidadına münasip tecziye ve mükâfat görüp, adalet-i mahzaya medar ve hikmet-i rabbaniyeye mazhar ve hikmetli mevcudat-ı âlemin bir büyük kardeşi olabilsin.
Evet, şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidatların sünbüllenmesine müsait değildir. Demek başka âleme gönderilecektir. Evet, insanın cevheri büyüktür, öyle ise ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir. Öyle ise cinayeti dahi azimdir, sair mevcudata benzemez. İntizamı da mühimdir. İntizamsız olamaz, mühmel kalamaz, abes edilmez, fenâ-yı mutlak ile mahkûm olamaz, adem-i sırfa kaçamaz. Ona, Cehennem ağzını açmış, bekliyor. Cennet ise, âğuş-u nazdaranesini açmış, gözlüyor. Onuncu Sözün Üçüncü hakikati bu ikinci misalimizi gayet güzel gösterdiğinden, burada kısa kesiyoruz.
İşte, misal için şu iki ayet-i kerime gibi pek çok berahin-i lâtife-i akliyeyi tazammun eden sair ayetleri dahi kıyas eyle, tetebbu et. İşte, menâbi-i aşere ve On Medar, bir hads-i kat’î, bir bürhan-ı kat’îyi intac ediyorlar.