çekirdeğinde, ölmeyerek baki kalır. İşte madem en âdi ve zaif emrî kanunlar dahi böyle beka ile, devam ile alâkadardır. Elbette, ruh-u insanî, değil yalnız beka ile, belki ebedü’l-âbad ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünkü, ruh dahi Kur’an’ın nassı ile, قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى ferman-ı celîli ile, âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zîşuur ve bir namus-u zîhayattır ki, kudret-i ezeliye ona vücud-u haricî giydirmiş.
Demek, nasıl ki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavanîn, daima veya ağleben baki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat’îdir, lâyıktır. Çünkü zîvücuttur, hakikat-i hariciye sahibidir. Hem onlardan daha kavîdir, daha ulvîdir. Çünkü zîşuurdur. Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymettardır. Çünkü zîhayattır.
İKİNCİ ESAS: Saadet-i ebediyeye muktazi vardır. Ve o saadeti verecek Fâil-i Zülcelâl de muktedirdir. Hem harab-ı âlem, mevt-i dünya mümkündür. Hem vaki olacaktır. Yeniden ihya-yı âlem ve haşir mümkündür. Hem vaki olacaktır. İşte bu altı meseleyi, birer birer aklı ikna edecek muhtasar bir tarzda beyan edeceğiz. Zaten Onuncu Sözde, kalbi iman-ı kâmil derecesine çıkaracak derecede bürhanlar zikredilmiştir. Şurada ise, yalnız aklı ikna edecek, susturacak, Eski Said’in Nokta Risalesindeki beyanatı tarzında bahsedeceğiz. Evet, saadet-i ebediyeye muktazi mevcuttur. O muktazinin vücuduna delâlet eden bürhan-ı kat’î, “On Menba ve Medar”dan süzülen bir hadsdir.
Birinci Medar: Dikkat edilse, şu kâinatın umumunda bir nizam-ı ekmel,