BİRİNCİ ESAS: Ruh, kat’iyen bakidir. Birinci Maksaddaki melâike ve ruhanîlerin vücudlarına delâlet eden hemen bütün deliller, şu meselemiz olan beka-i ruha dahi delildirler. Bence mesele o kadar kat’îdir ki, fazla beyan abes olur. Evet, şu âlem-i berzahta, âlem-i ervahta bulunan ve ahirete gitmek için bekleyen hadsiz ervah-ı bâkiye kafileleri ile bizim mabeynimizdeki mesafe o kadar ince ve kısadır ki, bürhan ile göstermeye lüzum kalmaz. Had ve hesaba gelmeyen ehl-i keşfin ve şuhudun onlarla temas etmeleri, hatta ehl-i keşfü’l-kuburun onları görmeleri, hatta bir kısım avamın da onlarla muhabereleri ve umumun da rüya-yı sadıkada onlarla münasebet peydâ etmeleri, muzaaf tevatürler suretinde adeta beşerin ulûm-u mütearifesi hükmüne geçmiştir. Fakat şu zamanda maddiyyun fikri herkesi sersem ettiğinden, en bedihî bir şeyde zihinlere vesvese vermiş. İşte şöyle vesveseleri izale için, hads-i kalbînin ve iz’an-ı aklînin pek çok menbalarından bir mukaddime ile dört menbaına işaret edeceğiz.
Mukaddime: Onuncu Sözün Dördüncü Hakikatinde isbat edildiği gibi, ebedî, sermedî, misilsiz bir cemal, elbette âyinedar müştakının ebediyetini ve bekasını ister. Hem kusursuz, ebedî bir kemal-i sanat, mütefekkir dellâlının devamını talep eder. Hem nihayetsiz bir rahmet ve ihsan, muhtaç müteşekkirlerinin devam-ı tena’umlarını iktiza eder. İşte, o âyinedar müştak, o dellâl mütefekkir, o muhtaç müteşekkir, en başta ruh-u insanîdir. Öyle ise, ebedü’l-âbad yolunda o cemal, o kemal, o rahmete refakat edecek, baki kalacaktır.
Yine Onuncu Sözün Altıncı Hakikatinde isbat edildiği gibi, değil ruh-u beşer, hatta en basit tabakat-ı mevcudat dahi, fenâ için yaratılmamışlar,