Birinci İşaret:
fıkrası ifade ediyor ki:
Bir mevcud, vücuttan gittikten sonra zâhiren kendisi ademe, fenâya gider; fakat ifade ettiği manalar bâki kalır, mahfuz olur. Hüviyet-i misâliyesi ve sureti ve mahiyeti dahi âlem-i misâlde ve âlem-i misâlin numuneleri olan elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı mahfuzanın numuneleri olan kuvve-i hafızalarda kalır. Demek, bir vücud-u surî kaybeder, yüzer vücud-u manevî ve ilmî kazanır.
Meselâ, nasıl ki bir sahifenin tab’ına medar olan matbaa hurufatına bir vaziyet ve bir tertip verilir ve bir sahifenin tab’ına medar olur; ve o sahife ise, suretini ve hüviyetini, basılan müteaddit yapraklara verip ve manalarını çok akıllara neşrettikten sonra, o matbaa hurufatının vaziyeti ve tertibi de değiştirilir. Çünkü daha ona lüzum kalmadı; hem başka sahifelerin tab’ı lâzım geliyor. İşte, aynen bunun gibi, şu mevcudat-ı arziye, hususan nebatiye, kalem-i kader-i ilâhî onlara bir tertip, bir vaziyet verir; bahar sahifesinde kudret onları icad eder; ve güzel manalarını ifade ederek, suretleri ve hüviyetleri âlem-i misâl gibi âlem-i gaybın defterine geçtikleri için hikmet iktiza ediyor ki o vaziyet değişsin, tâ yeni gelecek diğer bahar sahifesi yazılsın, onlar dahi manalarını ifade etsinler.
İkinci İşaret:
وَثَانِيًا: مَعَ اِنْتَاجِ الْحَقَۤائِقِ الْغَيْبِيَّةِ وَالنُّسُوجِ اللَّوْحِيَّةِ
Bu fıkra işaret eder ki: Her bir şey, cüz’î olsun, küllî olsun, vücuttan gittikten sonra -hususan zîhayat olsa- çok hakaik-i gaybiye netice vermekle beraber, âlem-i misâlin defterlerinde olan levh-i misâlî üstünde etvar-ı hayatı adedince suretleri bırakıp, o suretlerden manidar olan ve mukadderat-ı hayatiye denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır ve ruhaniyata bir mütalâagâh olur. Nasıl ki, meselâ bir çiçek vücuttan gider; fakat yüzer tohumcuklarını ve tohumcuklarda