hiçlikten kurtulmalarıyla ve kıymettar mektubat-ı rabbaniye olmalarıyla mesud olabilir ve dünya kadar bir nur kazanabilir. Herkes derecesine göre bu nurdan istifade eder. Eğer ehl-i dalâlet ise, kendi elemiyle beraber, bütün mevcudatın helâketiyle ve fenâsıyla ve zâhirî idamlarıyla, zîruh ise âlâmlarıyla, müteellim olur. Yani, onun küfrü, onun dünyasına adem doldurur, onun başına boşaltır; daha Cehenneme gitmeden Cehenneme gider.
Dördüncü Remiz: Çok yerlerde dediğimiz gibi, bir padişahın sultan, halife, hâkim, kumandan gibi muhtelif ünvanlar ve sıfatlardan neşet eden muhtelif ayrı ayrı devair-i teşkilâtı olduğu gibi, Cenâb-ı Hakkın esma-i hüsnasının had ve hesaba gelmez türlü türlü tecelliyatı vardır. Mahlûkatın tenevvüleri ve ihtilâfları, o tecelliyatın tenevvülerinden ileri geliyor.
İşte, her kemal ve cemal sahibi, fıtraten cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o muhtelif esma dahi, daimî ve sermedî oldukları için, daimî bir surette Zat-ı Akdes hesabına tezahür isterler. Yani nakışlarını görmek isterler. Yani, kendi nakışlarının ayinelerinde cilve-i cemallerini ve in’ikas-ı kemallerini görmek ve göstermek isterler. Yani, kâinat kitab-ı kebirini ve mevcudatın muhtelif mektubatını ânen fe-ânen tazelendirmek, yani yeniden yeniye manidar yazmak, yani bir tek sahifede ayrı ayrı binler mektubatı yazmak ve her bir mektubu Zat-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdesin nazar-ı şuhuduna izhar etmekle beraber, bütün zîşuurun nazar-ı mütalâasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler. Bu hakikate işaret eden şu hakikatli şiire bak:
Kitab-ı âlemin yaprakları, envâ-ı nâ-mâdud,
Huruf ile kelimâtı dahi efrâd-ı nâ-mahdud.
Yazılmış destgâh-ı Levh-i Mahfuz-u hakikatte,
Mücessem lâfz-ı manidardır âlemde her mevcud.