havas tabakasında merhamet ve şefkat; aşağısında, hürmet ve itaattir. Şimdi, birinci kelime havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir. İkinci kelime avamı kine, hasede, mübarezeye sevk edip, rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selb ettiği gibi; şu asırda, sa’y, sermaye ile mübareze neticesi, herkesçe malum olan Avrupa hadisat-ı azimesi meydana geldi.
İşte, medeniyet, bütün cem’iyat-ı hayriye ile ve ahlâkî mektepleriyle ve şedit inzibat ve nizamatıyla, beşerin o iki tabakasını musalâha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müthiş yarasını tedavi edememiştir. Kur’an, birinci kelimeyi esasından vücub-u zekât ile kal’ eder, tedavi eder; ikinci kelimenin esasını hurmet-i riba ile kal’ edip tedavi eder. Evet, ayet-i Kur’aniye, âlem kapısında durup, ribaya “Yasaktır!” der. “Kavga kapısını kapamak için, banka kapısını kapayınız!” diyerek, insanlara ferman eder. Şakirdlerine, “Girmeyiniz!” emreder.
İkinci Esas: Medeniyet, taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur’an’ın o hükmünü, kendine muhalif, hikmet ve maslâhat-ı beşeriyeye münafi telâkki eder.
Evet, eğer izdivaçtaki hikmet, yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüd bilâkis olmalı. Halbuki, hatta bütün hayvanatın şehadetiyle ve izdivaç eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki, izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz’iyedir. Madem, hikmeten, hakikaten, izdivaç nesil içindir, nev’in bekası içindir; elbette, bir senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yalnız yarısında kabil-i telâkkuh olan ve elli senede ye’se düşen bir kadın, ekseri vakitte, tâ yüz seneye kadar kabil-i telkih bir erkeğe kâfi gelmediğinden, medeniyet pek çok fahişehaneleri kabul etmeye mecburdur.