Hakkın şe’ni ise, ittifaktır. Faziletin şe’ni tesanüddür. Teavünün şe’ni birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizabdır; nefs-i emmareyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.
İşte, medeniyet-i hâzıra, edyan-ı sabıka-i semaviyeden, bahusus Kur’an’ın irşadatından aldığı mehasinle beraber, Kur’an’a karşı, böyle hakikat nazarında mağlup düşmüştür.
Üçüncü derece: Binler mesailinden yalnız numune olarak üç dört meseleyi göstereceğiz.
Evet, Kur’an’ın düsturları, kanunları ezelden geldiğinden, ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir; daima gençtir, kuvvetlidir. Meselâ, medeniyetin bütün cem’iyat-ı hayriyeleri ile, bütün cebbarane şedit inzibat ve nizamatlarıyla, bütün ahlâkî terbiyegâhlarıyla, Kur’an-ı Hakîmin iki meselesine karşı muaraza edemeyip mağlup düşmüşlerdir. Meselâ, وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ ۞ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰوا Kur’an’ın bu galebe-i i’cazkâranesini bir mukaddime ile beyan edeceğiz. Şöyle ki:
İşaratü’l-İ’caz’da isbat edildiği gibi, bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir.
Birinci Kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.”
İkinci Kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.”
Evet, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani zenginler ve fakirler, muvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O muvazenenin esası ise,