veya esirîde yüzen bir sefine ve dağları o sefinenin üstünde tesbit ve muvazene için çakılmış kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder. O koca küre-i zemini muntazam bir gemi gibi yapıp, bizleri içine koyup aktar-ı âlemde gezdiren Kadîr-i Zülkemale karşı سُبْحَانَكَ مَا اَعْظَمَ شَانُكَ der.
Medeniyet ve heyet-i içtimaiyenin mütehassıs bir hakîminin bu kelâmından hissesi: Zemini bir hane; ve o hane hayatının direği, hayat-ı hayvaniye; ve hayat-ı hayvaniye direği, şerait-i hayat olan su, hava ve topraktır. Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı dağlardır. Zira, dağlar suyun mahzeni, havanın tarağı (gazat-ı muzırrayı tersib edip, havayı tasfiye eder) ve toprağın hâmisi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhafaza eder) ve sair levazımat-ı hayat-ı insaniyenin hazinesi olarak fehmeder. Şu koca dağları şu suretle hane-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maişetimize hazinedar tayin eden Sâni-i Zülcelâl-i ve’l-İkrama, kemal-i tazim ile hamd ü sena eder.
Hikmet-i tabiiyenin bir feylesofunun şu kelâmdan nasibi şudur ki: Küre-i zeminin karnında bazı inkılâbat ve imtizacatın neticesi olarak hasıl olan zelzele ve ihtizazatı dağların zuhuruyla sükûnet bulduğu; ve medar ve mihverindeki istikrarına ve zelzelenin irticacıyla medar-ı senevîsinden çıkmamasına sebep, dağların hurucu olduğunu; ve zeminin hiddeti ve gadabı, dağların menafiziyle teneffüs etmekle sükûnet ettiğini fehmeder; tamamen imana gelir, اَلْحِكْمَةُ لِلّٰهِ der.