Evet, لِكُلِّ اٰيَةٍ ظَهْرٌ وَبَطْنٌ وَحَدٌّ وَمُطَّلَعٌ وَ لِكُلٍّ شُجُونٌ وَغُصُونٌ وَ فُنُونٌ olan hadisin işaret ettiği gibi, elfaz-ı Kur’aniye, öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, her bir kelâmın, hatta her bir kelimenin, hatta her bir harfin, hatta bazen bir sükûnun çok vücuhu bulunuyor; her bir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. Meselâ, وَ الْجِبَالَ اَوْتَادًا yani, “Dağları zemininize kazık ve direk yaptım.” bir kelâmdır.
Bir âminin şu kelâmdan hissesi: Zahiren yere çakılmış kazıklar gibi görünen dağları görür, onlardaki menafiini ve nimetlerini düşünür, Hâlikına şükreder.
Bir şairin bu kelâmdan hissesi: Zemin bir taban; ve kubbe-i sema, üstünde konulmuş yeşil ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir muhteşem çadır, ufkî bir daire suretinde ve semanın etekleri başında görünen dağları o çadırın kazıkları misalinde tahayyül eder, Sâni-i Zülcelâline hayretkârane perestiş eder.
Hayme-nîşin bir edibin bu kelâmdan nasibi: Zeminin yüzünü bir çöl ve sahra, dağların silsilelerini pek kesretle ve çok muhtelif bedevi çadırları gibi, güya tabaka-i türabiye yüksek direkler üstünde atılmış, o direklerin sivri başları o perde-i türabiyeyi yukarıya kaldırmış birbirine bakar pek çok muhtelif mahlukatın meskeni olarak tasavvur eder. O büyük azametli mahlukları böyle yeryüzünde çadırlar misillü, kolayca kuran ve koyan Fâtır-ı Zülcelâline karşı secde-i hayret eder.
Coğrafyacı bir edibin o kelâmdan kısmeti: Küre-i zemin bahr-i muhit-i havaîde