Zülfikar’ın Hatimesi
حِزْبُ الْوِرْدِ الْاَكْبَرِ في رِسَالَةِ النُّورِيَّه
Bir gün Cevşenü’l-Kebîr ile Hizbü’n-Nurî’yi okudum. Gördüm ki, Cevşenü’l-Kebîr ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nûrî, kâinatı baştan başa nurlandırıyor, zulümât karanlıklarını dağıtıyor. Gafletleri ve tabiatları parça parça ediyor. Ehl-i gaflet ve ehl-i dalâletin altında saklanmak istedikleri perdelerinin arkasında envar-ı tevhidi gösteriyor. Ve kozmoğrafyacılar gibi ehl-i fennin ve en son ve geniş nokta-i istinadları ve medar-ı gafletleri olan perdelerde de nur-u ehadiyeti gösteriyor. Orada dahi düşmanlarını takip ediyor. En uzak tahassüngâhlarını bozuyor. Her yerde huzura yol gösteriyor. Eğer güneşe kaçsa, ona der: “O bir soba, bir lâmbadır; odununu, gazyağını veren kimdir? Bil, ayıl!” diye başına vurur.
Hem kâinatı baştan başa âyineler hükmünde tecelliyat-ı esmaya mazhariyetlerini öyle gösteriyor ki, gafletin imkânı olmuyor. Hiçbir şey huzura mâni olmuyor. Ehl-i tarikat ve hakikatın huzur-u dâimî kazanma için kâinatı ya nefyetmek veya unutmak ve hatıra getirmemek gibi değil, belki, kâinat kadar geniş bir mertebe-i huzuru kazandırdığını; ve geniş ve küllî ve dâimî kâinat vü’satinde bir ubudiyet dairesini aldığını gördüm. Hizb-i Nurî’de تَفَكُّرُ سَاعَةٍ (ilh.) hakikati bulunduğuna bana kat’î kanaat verdi.
Said Nursî