bir niyaz-ı istirhamkârane ile yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata, semavata, arşa işittirip vecde getirip duasına “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor. (Haşiye)
Bak, hem öyle Semi’ ve Kerîm bir Kadîrden, öyle Basîr ve Rahîm bir Alîmden saadet ve bekayı istiyor ki, bilmüşahede en gizli bir zîhayatın en gizli bir arzusunu, en hafi bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder, lisan-ı hâl ile de olsa icabet eder. Öyle suret-i hakîmane, basîrane, rahîmanede verir ve icabet eder ki, şüphe bırakmaz o terbiye ve tedbir öyle Semi’ ve Basîre mahsus, öyle bir Kerîm ve Rahîme hasdır.
Acaba, bütün benî-Âdem’i arkasına alıp şu arz üstünde durup, arş-ı âzama müteveccihen el kaldırıp, nev-i beşerin hülâsa-i ubudiyetini câmi hakikat-ı ubudiyet-i Ahmediye (a.s.m.) içinde dua eden şu şeref-i nev-i insan