karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsî bir muhabbet olduğunu gösterir. Ve masnuat içinde en câmi’ ve letâif-i sanatı birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve kendini sevdiren ve başka masnuattaki güzellikleri maşaallah deyip istihsan eden, bilbedahe o sanatperver ve sanatını çok seven Sâniin nazarında en ziyâde mahbub, o olacaktır.
İşte, masnuatı yaldızlayan mezaya ve mehasine ve mevcudatı ışıklandıran letâif ve kemalâta karşı Sübhanallah! Mâşâallah! Allahu ekber! diyerek semavatı çınlattıran ve Kur’an’ın nağamatıyla kâinatı velveleye verdiren istihsan ve takdir ile, tefekkür ve teşhir ile, zikir ve tevhid ile, berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşahede o zattır.
İşte, böyle bir zat ki, اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ sırrınca, bütün ümmetinin işlediği hasenatın bir misli onun kefe-i mizanında bulunan ve umum ümmetinin salâvatı onun manevî kemalâtına imdat veren ve risaletinde gördüğü vezaifin netâicini ve manevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i ilâhiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zat, elbette mirac merdiveniyle Cennete, Sidretü’l-Müntehaya, Arşa ve Kab-ı Kavseyn'e kadar gitmek, ayn-ı hak, nefs-i hakikat ve mahz-ı hikmettir.
Said Nursî