sırr-ı teklif zayi olurdu. Eğer sırf bir hadise-i semaviye olarak gösterilse idi, risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı.
Elhasıl: Şakk-ı kamerin imkânında şüphe kalmadı, kat’î isbat edildi. Şimdi, vukuuna delâlet eden çok bürhanlarından altısına (Haşiye) işaret ederiz. Şöyle ki:
Ehl-i adalet olan sahabelerin, vukuuna icmaı; ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin, وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ tefsirinde onun vukuuna ittifakı; ve ehl-i rivayet-i sadıka bütün muhaddisînin, pek çok senedlerle ve muhtelif tariklerle vukuunu nakletmesi; ve ehl-i keşif ve ilham bütün evliya ve sıddıkînin şehadeti; ve ilm-i kelâmın meslekçe birbirinden çok uzak olan imamlarının ve mütebahhir ulemanın tasdiki; ve nass-ı kat’î ile dalâlet üzerine icmaları vaki olmayan ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) o vak’ayı telâkki-i bilkabul etmesi, güneş gibi inşikak-ı kameri isbat eder.
Elhasıl, buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat namına ve iman hesabınadır. Evet, tahkik öyle dedi; hakikat ise diyor ki:
Sema-yı risaletin kamer-i müniri olan hatem-i divan-ı nübüvvet, nasıl ki mahbubiyet derecesine çıkan ubudiyetindeki velâyetin keramet-i uzması ve