bakacak bir yerde yerleştirmek, bütün o duvarı nukuşuyla bilmeye mütevakkıftır. Hem nasıl ki, insanın başındaki gözbebeğini yerinde yerleştirmek, bütün cesedin münasebatını ve vezaif-i acibesini ve gözün o vezaife karşı vaziyetini bilmekle oluyor. Öyle de, ehl-i hakikatin çok ileri giden bir kısmı, Kur’an’ın kelimatında pek çok münasebatı ve sair ayetlere, cümlelere bakan vücuhları, alâkaları göstermişler. Hususan ulema-i ilm-i huruf daha ileri gidip, bir harf-i Kur’an’da bir sahife kadar esrarı, ehline beyan ederek isbat etmişler.
Hem madem Hâlik-ı Küll-i Şeyin kelâmıdır; her bir kelimesi, kalb ve çekirdek hükmüne geçebilir. Etrafında, esrardan müteşekkil bir cesed-i manevîye kalb ve bir şecere-i maneviyeye çekirdek hükmüne geçebilir.
İşte, insanın sözlerinde Kur’an’ın kelimeleri gibi kelimeler, belki cümleler, ayetler bulunabilir. Fakat Kur’an’da çok münasebat gözetilerek bir tarzla yerleştirildiği yerde, bir ilm-i muhit lâzım ki, öyle yerli yerine yerleşsin.
Üçüncü Nükte: Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyanın hülâsatü’l-hülâsa bir icmal-i mahiyeti için, bir vakit Arabî ibare ile bir tefekkür-ü hakikîyi Cenab-ı Hak benim kalbime ihsan etmişti. Şimdi, aynen o tefekkürü Arabî olarak yazacağız, sonra manasını beyan edeceğiz. İşte: سُبْحَانَ مَنْ شَهِدَ عَلٰى وَحْدَانِيَّتِهِ وَصَرَّحَ بِاَوْصَافِ جَمَالِهِ وَجَلَالِهِ وَكَمَالِهِ اَلْقُرْاٰنُ ۞ الْحَكٖيمُ الْمُنَوَّرُ جِهَاتُهُ السِّتُّ اَلْحَاوٖى لِسِرِّ اِجْمَاعِ كُلِّ كُتُبِ الْاَنْبِيَاءِ وَالْاَوْلِيَاءِ ۞ وَالْمُوَحِّدٖينَ الْمُخْتَلِفٖينَ فِى الْاَعْصَارِ وَالْمَشَارِبِ وَالْمَسَالِكِ الْمُتَّفِقٖينَ بِقُلُوبِهِمْ ۞ وَعُقُولِهِمْ عَلٰى تَصْدٖيقِ اَسَاسَاتِ الْقُرْاٰنِ وَكُلِّيَّاتِ اَحْكَامِهِ عَلٰى وَجْهِ الْاِجْمَالِ وَهُوَ مَحْضُ۞ الْوَحْىِ بِاِجْمَاعِ الْمُنْزِلِ وَالْمُنْزَلِ وَالْمُنْزَلِ عَلَيْهِ وَعَيْنُ الْهِدَايَةِ بِالْبَدَاهَةِ وَمَعْدَنُ