topak yapılsa, kimse koparamaz. İşte, on beş enva-ı mucizattan yalnız bereket kısmındaki mucizatı ve o kısmın on beş kısmından ancak bir kısmını, on beş misâl ile gösterdik. Her bir misâl, tek başıyla nübüvveti isbat eder bir derecede kuvvetli idi. Farz-ı muhal olarak, bunların bir kısmını kuvvetsiz saysak da yine kuvvetsiz diyemeyiz. Çünkü, kavî ile ittifak eden kavîleşir.
Hem şu on beş misâlin içtimaı, kat’î, şüphesiz bir tevatür-ü manevî ile, kuvvetli bir mucize-i kübrayı gösterir. Şimdi, şu mecmudaki mucize-i kübra, bereket mucizelerinden zikredilmemiş olan on dört kısm-ı ahere mezc edilse, kuvvetli halatları topak yapmak gibi, koparılması mümkin olmayan bir mucize-i ekber, içinde görünür. Sonra, şu mucize-i ekberi, sair on dört nevi mucizatın mecmuuna ilâve et, gör ki, ne derece kuvvetli, sarsılmaz, kat’î bir bürhan-ı nübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) gösterir. İşte, nübüvvet-i Ahmediyenin (a.s.m.) direği, şu mecmu’dan teşekkül eden dağ gibi kuvvetli bir direktir. Şimdi, cüz’iyatta ve misâllerde, sû-i fehimden gelen şüphelerle, o metin sakf-ı muallâyı sebatsız ve kabil-i sukut görmek ne derece akılsızlık olduğunu anladın.
Evet, berekete dair o mucizeler gösteriyorlar ki, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, umuma rızk veren ve rızıkları halkeden bir Zât-ı Rahîm ve Kerîmin sevgili memurudur, pek hürmetli bir abdidir ki, rızkın envaında, hilâf-ı âdet olarak, ona hiçten ve sırf gaybdan ziyafetler gönderiyor.
Malûmdur ki, Ceziretü’l-Arab, suyu ve ziraati az bir yerdir. Onun için, ahalisi, hususan bidayet-i İslâmdaki sahabeler, dıyk-ı maişete maruzdular. Hem susuzluğa çok defa giriftar oluyorlardı. İşte, bu hikmete binaen, mucizat-ı bâhire-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın mühimleri, taam