Birinci Esas: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın, çendan her hâli ve her tavrı, sıdkına ve nübüvvetine şahit olabilir. Fakat her hâli, her tavrı harikulâde olmak lâzım değildir. Çünkü, Cenab-ı Hak onu beşer suretinde göndermiş, tâ insanın ahvâl-i içtimaiyelerinde ve dünyevî, uhrevî saadetlerini kazandıracak a’mâl ve harekâtlarında rehber olsun ve imam olsun ve her biri birer mucizat-ı kudret-i ilâhiye olan âdiyat içindeki harikulâde olan sanat-ı rabbaniyeyi ve tasarruf-u kudret-i ilâhiyeyi göstersin. Eğer ef’alinde beşeriyetten çıkıp harikulâde olsaydı, bizzat imam olamazdı; ef’aliyle, ahvaliyle, etvarıyla ders veremezdi. Fakat, yalnız nübüvvetini muannidlere karşı isbat etmek için harikulâde işlere mazhar olur ve indelhace, ara sıra mucizatı gösterirdi. Fakat, sırr-ı teklif olan imtihan ve tecrübe muktezasıyla, elbette bedahet derecesinde ve ister istemez tasdike mecbur kalacak derecede mucize olmazdı. Çünkü, sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktiza eder ki, akla kapı açılsın ve aklın ihtiyarı elinden alınmasın. Eğer gayet bedihî bir surette olsa, o vakit aklın ihtiyarı kalmaz, Ebu Cehil de Ebu Bekir gibi tasdik eder, imtihan ve teklifin faidesi kalmaz, kömürle elmas bir seviyede kalırdı.
Cây-ı hayrettir ki, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın, mübalâğasız binler vecihte binler çeşit insan, her biri, bir tek mucizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile veya bir kelâmı ile veya yüzünü görmesiyle ve hakeza, birer alâmetiyle iman getirdikleri halde, bütün bu binler ayrı ayrı insanları ve müdekkik ve mütefekkirleri imana getiren bütün o binler delâil-i nübüvveti nakl-i sahih ile ve âsar-ı kat’iye ile şimdiki bedbaht bir kısım insanlara kâfi gelmiyor gibi, dalâlete sapıyorlar.