YİRMİ DOKUZUNCU MEKTUBUN
SEKİZİNCİ KISMININ BEŞİNCİ REMZİ
بِسْمِ اللّٰهِ الرّحْمٰنِ الرّحِيمِ
اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَ الْفَتْحُ
esrarından iki-üç sırrı, tevafuk anahtarıyla açılmaya dairdir. Burada numune için bir-kaç nükte yazılacak.
Birincisi: Tevafukun, on adedden ziyade çeşit çeşit envaı var. Eğer tevafuk, ayrı ayrı cihetten bir hadiseye baksa ve tevafuk etse ve makama mutabık ve münasib ve kelamın manasına muvafık ve müeyyed olsa, o vakit o tevafuk işaret derecesine çıkar. O tevafukla şu ayet şu hadiseye işaret eder, denilebilir. İşte bu kaideye binaen Sure-i Nasr’ın sırr-ı tevafukla işaret-i haber verdiği hadiselere aynen Sure-i Kevser dahi o hadiseye tevafukla parmağını uzatmış, gösteriyor. Ve Fatiha suresi, kezalik, o iki surenin gösterdiği hadiseye bakıyor ve gösteriyor. Sure-i Alak yine o hadiseye işaret ettiği ve اِنَّا فَتَحْنَالَكَ gibi ayetler aynı hadiseye mutabakatıyla işaret ediyor. Elbette böyle bir işaret sarih bir delalet hükmündedir.
İkincisi: Madem Sure-i Nasr Allâmü’l-Guyub’un kelamıdır. Ve madem sebeb-i nüzulü feth-i Mekke’dir ve nusret-i İslamiyedir. Ve madem sebeb-i nüzulü ne kadar has olursa olsun, mana-yı maksud, kaideten amm hükmüne geçip, Hazret-i Peygamber (a.s.m.)’a ihsan edilen umum fütuhat ve nusretlerine şamildir. Ve madem bu mana-yı maksudun cüz’iyatına işaretle müjde vermek i’cazlı bir kelamın şanındandır. Ve madem bu surenin nüzulü vaktinde sahabeler müjde-i ilahî ile mesrur oldukları halde, Ebubekir-i Sıddık ve Hazret-i Abbas, vefat-ı Nebeviyi mana-yı işarîsinden fehm ile ağlamışlar.