o vakit dokuz yüz doksan olup, pek çok esrar-ı mühimmeye medar olup, on dokuz harfiyle on dokuz bin âlemin miftâhıdır.
Kur’an-ı Mucizü’l-Beyanda lâfza-i Celâlin tevafukat-ı lâtifesindendir ki, bütün Kur’an’da sahifenin âhirki satırın yukarı kısmında seksen lâfza-i Celâl birbirine tevafukla baktığı gibi, aşağıdaki kısımda da aynen seksen lâfza-i Celâl birbirine tevafukla bakar. Tam o âhirki satırın ortasında yine elli beş lâfza-i Celâl birbiri üstüne düşüp ittihad ederek, güya elli beş lâfza-i Celâlden terekküb etmiş bir tek lâfza-i Celâldir. Âhirki satırın başında yalnız ve bazı üç harfli kısa bir kelime, fâsıla ile yirmi beş tam tevafukla tam ortadaki elli beşin tam tevafukuna zammedilince seksen tevafuk olup, o satırın nısf-ı evvelindeki seksen tevafuka ve nısf-ı âhirdeki yine seksen tevafuka tevafuk ediyor. Acaba böyle, lâtif, zarif, muntazam, mevzun, i’cazlı bu tevafukat nüktesiz, hikmetsiz olur mu? Hâşâ, olamaz. Belki o tevafukatın ucuyla mühim bir define açılabilir.
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ
Said Nursî
***