kırmamış. Demek mazideki sahabeler, müstakbeldeki sahabelere karşı mağlûp olmuşlar. Tâ o müstakbel sahabeler, berk-i süyûf korkusuyla değil, belki barika-i hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehamet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin.
ÜÇÜNCÜSÜ: لَا تَخَافُونَ kaydıyla ihbar ediyor ki: “Sizler emniyet-i mutlaka içinde Kâbe'yi tavaf edeceksiniz.” Halbuki, Cezîretü’l-Arabdaki bedevî akvam, çoğu düşman olmakla beraber, Mekke etrafı ve Kureyş kabilesi kısm-ı âzamı düşman iken, “Yakın bir zamanda, hiç havf hissedilmeden Kâbe’yi tavaf edeceksiniz” ihbarıyla, Ceziretü’l-Arabı itaat altına ve bütün Kureyş’i İslâmiyet içine ve emniyet-i tamme vaz’ edilmesine delâlet ve ihbar eder. Aynen haber verdiği gibi vukua gelmiştir.
DÖRDÜNCÜSÜ:
هُوَ الَّذٖى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَ دٖينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّٖينِ كُلِّهِ kemal-i kat’iyetle ihbar ediyor ki, “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın getirdiği din, umum dinlere galebe çalacak.” Halbuki o zamanda yüzer milyon tebaası bulunan Nasara ve Yahûdî ve Mecusî dinleri ve Roma, Çin ve İran hükûmeti gibi yüzer milyon tebaası bulunan cihangir devletlerin edyan-ı resmîleri iken, kendi küçük kabilesine karşı tam galebe edemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın getirdiği din, umum dinlere galip ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor. Hem gayet vuzuh ve kat’iyetle ihbar ediyor. İstikbal, o haber-i gaybîyi, Bahr-i Muhit-i Şarkîden, Bahr-i Muhit-i Garbîye kadar İslâm kılıncının uzamasıyla tasdik etmiştir.