istidad-ı beşer madeninde olan cevahir-i âliye ile mevadd-ı süfliye birbirinden tefrik edilsin.
Madem Kur’an, bu dâr-ı imtihanda bir tecrübe suretinde, bir müsabaka meydanında beşerin tekemmülü için nazil olmuştur. Elbette şu dünyevî ve herkese görünecek umur-u gaybiye-i istikbaliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini isbat edecek derecede akla kapı açacak. Eğer sarahaten zikretse, sırr-ı teklif bozulur. Adeta gökyüzündeki yıldızlarla vazıhan لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ yazmak misillü bir bedahete girecek, o zaman herkes ister istemez tasdik edecek; müsabaka olmaz, imtihan fevt olur. Kömür gibi bir ruh ile elmas gibi bir ruh (Haşiye) beraber kalacaklar.
Elhasıl: Kur’an-ı Hakîm, hakîmdir; her şeye kıymeti nisbetinde bir makam verir. İşte Kur’an, bin üç yüz sene evvel istikbalin zulümatında müstetir ve gaybî olan semerat ve terakkiyat-ı insaniyeyi görüyor; ve gördüğümüzden ve göreceğimizden daha güzel bir surette gösterir.
Demek, Kur’an öyle bir zatın kelâmıdır ki, bütün zamanları ve içindeki bütün eşyayı bir anda görüyor.
İşte mucizat-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’caz-ı Kur’an.