kemalât ve şuunâtını ve daire-i ubudiyetin vezaif ve ahvalini talim etmektir. Öyle ise, şu havârık-ı beşeriyenin o iki dairede hakları, yalnız bir zaif remz, bir hafif işaret ancak düşer. Çünkü onlar, daire-i rububiyetten haklarını isteseler, o vakit pek az hak alabilirler. Meselâ, tayyare-i beşer (Haşiye) Kur’an’a dese: “Bana bir hakk-ı kelâm ver, âyâtında bir mevki ver.” Elbette o daire-i rububiyetin tayyareleri olan seyyarat, arz, kamer, Kur’an namına diyecekler: “Burada cirmin kadar bir mevki alabilirsin.” Eğer beşerin tahte’l-bahirleri âyât-ı Kur’aniyeden mevki isteseler, o dairenin tahte’l-bahirleri, yani, bahr-i muhit-i havaîde ve esîr denizinde yüzen zemin ve yıldızlar ona diyecekler: “Yanımızda senin yerin görünmeyecek derecede azdır.” Eğer elektriğin parlak, yıldız-misal lambaları, hakk-ı kelâm isteyerek ayetlere girmek isteseler, o dairenin elektrik lambaları olan şimşekler, şahablar ve gökyüzünü ziynetlendiren yıldızlar ve misbahlar diyecekler: “Işığın nisbetinde bahis ve beyana girebilirsin.” Eğer havârık-ı medeniyet, dekaik-ı sanat cihetinde haklarını isterlerse ve ayetlerden makam talep ederlerse, o vakit bir tek sinek onlara, “Susunuz!” diyecek. “Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zira sizlerdeki, beşerin cüz’-i ihtiyarıyla kesb edilen bütün ince sanatlar ve bütün nazik cihazlar toplansa, benim küçücük vücudumdaki ince sanat ve nazenin cihazlar kadar acip olamaz;
اِنَّ الَّذٖينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ (ilâ âhir) ayeti sizi susturur.”