Ve madem her bir insana, fıtraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini vermişim; elbette o kabiliyete göre rû-yi zemini görecek ve bakacak, anlayacak istidâdını dahi vermesini hikmetim iktiza ettiğinden, vermişim. Şahsen o noktaya yetişmezse de, nev’an yetişebilir; maddeten erişemezse de, ehl-i velayet misillü manen erişebilir. Öyle ise, şu azim nimetten istifade edebilirsiniz. Haydi göreyim sizi, vazife-i ubudiyetinizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki, rû-yi zemini, her tarafı her birinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz; هُوَ الَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا فٖى مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ ’deki ferman-ı rahmanîyi dinleyiniz.”
İşte beşerin nazik sanatlarından olan celb-i suret ve savtların çok ilerisindeki nihayet hududunu şu ayet remzen gösteriyor ve teşviki işmam ediyor. Hem meselâ, yine Hazret-i Süleyman aleyhisselâm, cin ve şeytanları ve ervah-ı habiseyi teshir edip, şerlerini men ve umur-u nafiada istihdam etmeyi ifade eden şu ayetler: مُقَرَّنٖينَ فِى الْاَصْفَادِ (ilâ âhir), وَمِنَ الشَّيَاطٖينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذٰلِكَ (ilâ âhir) ayetiyle diyor ki: Yerin, insandan sonra zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir, onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki; Cenab-ı Hakkın evamirine musahhar olan bir abdine, onları musahhar etmiştir.
Cenab-ı Hak, manen şu ayetin lisan-ı remziyle der ki: “Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum.