o pek sert ve pek camid ve toprak altında bir tabaka-i azime teşkil eden o koca taşlar, o kadar evamir-i ilâhiyeye karşı muti ve musahhar ve icraat-ı rabbaniye altında o kadar yumuşak ve emirberdir ki, havada ağaçların teşkilinde tasarrufat-ı ilâhiye ne derece suhuletle cereyan ediyor. Öyle de, tahte’z-zemin ve o sert, sağır taşlarda o derece suhulet ve intizam ile, hatta damarlara karşı kanın cevelanı gibi muntazam su cedvelleri (Haşiye) ve su damarları, kemal-i hikmetle o taşlarda mukavemet görmeyerek cereyan ediyor. Hem havada nebatat ve ağaçların dallarının suhuletle suret-i intişarı gibi o derece suhuletle köklerin nazik damarları, yer altındaki taşlarda mümanaat görmeyerek evamir-i ilâhiye ile muntazaman intişar ettiğini Kur’an işaret ediyor ve geniş bir hakikatı şu ayetle ders veriyor ve o ders ile o kasavetli kalblere bu manayı veriyor ve remzen diyor:
Ey benî-İsrail ve ey benî-Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasıl bir kalb taşıyorsunuz ki, öyle bir zatın evamirine karşı o kalb, kasavetle mukavemet ediyor. Halbuki, o koca sert taşların tabaka-i muazzaması, O zatın evamiri önünde kemal-i inkıyadla karanlıkta, nazik vazifelerini mükemmel ifa ediyorlar, itaatsizlik göstermiyorlar. Belki o taşlar, toprak üstünde bulunan bütün zevi’l-hayata, âb-ı hayatla beraber sair medar-ı hayatlarına öyle bir hazinedarlık ediyor ve öyle bir adaletle taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki, Hakîm-i Zülcelâlin dest-i kudretinde