sekene-i habiseleri, o nev-i beşerin tarik-ı kemalâtında ne büyük bir engel, ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, bir tek Âdem’le (a.s.) cüz’î hadiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.
İKİNCİ NÜKTE: Mısır kıt’ası, kumistan olan sahra-yı kebirin bir parçası olduğundan, Nil-i mübarekin feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden, o Cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle Cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraatı, ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki, ziraatı kudsiye ve vasıta-i ziraat olan bakar’ı ve sevr’i mukaddes, belki mabud derecesine çıkarmış. Hatta o zamandaki Mısır milleti sevre, bakara, ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda benî-İsrail dahi, o kıt’ada neş’et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, icl meselesinden anlaşılıyor.
İşte Kur’an-ı Hakîm, Hazret-i Musa aleyhisselâmın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakarperestlik mefkûresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile ifham ediyor.
İşte şu hadise-i cüz’iye ile bir düstur-u külliyi, her vakit, hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu ulvi bir i’caz ile beyan eder.
Buna kıyasen bil ki, Kur’an-ı Hakîmde bazı hadisat-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz’î hadiseler, küllî düsturların uçlarıdır. Hatta çok surelerde zikr ve tekrar edilen kıssa-i Musa’nın yedi cümlelerine misal olarak Lemeat’ta İ’caz-ı Kur’an Risalesinde o cüz’î cümlelerin her bir cüz’ünün nasıl mühim bir düstur-u külliyi tazammun ettiğini beyan etmişiz. İstersen o risaleye müracaat et.