mevcudatın mahiyetlerinden, surî ve maddî hasiyetlerinden icmalen bahseder. Fakat, Sâni tarafından tavzif edilen vezaif-i ubudiyetkâranelerinden ve Sâniin isimlerine ne vecihle ve nasıl delâlet ettikleri ve evamir-i tekviniye-i ilâhiyeye karşı inkıyadlarını tafsilen zikreder. İşte felsefe-i beşeriye ile hikmet-i Kur’aniyenin şu tafsil ve icmal hususundaki farklarına bakacağız ki, mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat hangisidir göreceğiz.
İşte, nasıl elimizdeki saat, sureten sabit görünüyor; fakat içindeki çarkların harekâtıyla, daimi, içinde bir zelzele ve alet ve çarklarının ızdırapları vardır. Aynen onun gibi, kudret-i ilâhiyenin bir saat-i kübrası olan şu dünya zâhirî sabitiyetiyle beraber, daimi zelzele ve tegayyürde, fenâ ve zevalde yuvarlanıyor. Evet, dünyaya zaman girdiği için, gece ve gündüz o saat-i kübranın saniyelerini sayan iki başlı bir mil hükmündedir. Sene o saatin dakikalarını sayan bir ibre vaziyetindedir. Asır ise o saatin saatlerini tâdad eden bir iğnedir. İşte zaman, dünyayı, emvac-ı zeval üstüne atar, bütün mazi ve istikbali ademe verip yalnız zaman-ı hazırı vücuda bırakır. Şimdi zamanın dünyaya verdiği şu şekil ile beraber, mekân itibariyle dahi yine dünya, zelzeleli gayr-ı sabit bir saat hükmündedir. Çünkü, cevv-i hava, mekânı çabuk tağyir ettiğinden bir halden bir hale süraten geçtiğinden, bazı günde birkaç defa bulutlar ile dolup boşalmakla, saniye sayan milin suret-i tegayyürü hükmünde bir tegayyür veriyor. Şimdi, dünya hanesinin tabanı olan mekân-ı arz ise, yüzü mevt ve hayatça, nebat ve hayvanca pek çabuk tebeddül ettiğinden, dakikaları sayan bir