meyve ve çiçekleri aralarında o kadar bir tenasüb gözetilerek tasvir eder ve o derece bir muvazenet suretinde tarif eder ve o mertebe bir münasebet tarzında izhar eder ki, akl-ı beşer idrakinden âciz ve hüsnüne karşı hayran kalır. Ve o iman dalının budağı hükmünde olan İslâmiyetin erkân-ı hamsesi aralarında ve o erkânın tâ en ince teferruatı, en küçük âdabı ve en uzak gâyâtı ve en derin hikemiyatı ve en cüz’î semeratına varıncaya kadar aralarında hüsn-ü tenasüb ve kemal-i münasebet ve tam bir muvazenet muhafaza ettiğine delil ise, o Kur’an-ı câmiin nusus ve vücuhundan ve işarat ve rumuzundan çıkan şeriat-ı kübra-yı İslâmiyenin kemal-i intizamı ve muvazeneti ve hüsn-ü tenasübü ve resaneti, cerh edilmez bir şahid-i âdil, şüphe getirmez bir bürhan-ı katı’dır. Demek oluyor ki, beyanat-ı Kur’aniye, beşerin ilm-i cüz’îsine, bahusus bir ümmînin ilmine müstenid olamaz; belki bir ilm-i muhite istinad ediyor ve cemi’ eşyayı birden görebilir, ezel ve ebed ortasında bütün hakaikı bir anda müşahede eder bir Zatın kelâmıdır. Âmennâ.
İKİNCİ ZİYA: Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında meydan-ı muarazaya çıkan felsefe-i beşeriyenin, hikmet-i Kur’an’a karşı ne derece sukut ettiğini On İkinci Sözde izah ve temsil ile tasvir ve sair Sözlerde isbat ettiğimizden, onlara havale edip şimdilik başka bir cihette küçük bir muvazene ederiz. Şöyle ki:
Felsefe ve hikmet-i insaniye dünyaya sabit bakar, mevcudatın mahiyetlerinden, hasiyetlerinden tafsilen bahseder; Sâniine karşı vazifelerinden bahsetse de icmalen bahseder. Adeta, kâinat kitabının yalnız nakış ve huruflarından bahseder, manasına ehemmiyet vermez. Kur’an ise dünyaya geçici, seyyal, aldatıcı, seyyar, kararsız, inkılâbçı olarak bakar;