esma-i hüsna ile takrir ederek tesbit eder, tahkik edip isbat eder. Meselâ,
قَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّتٖى تُجَادِلُكَ فٖى زَوْجِهَا وَتَشْتَكٖى اِلَى اللّٰهِ وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا اِنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ بَصٖيرٌ
İşte, Kur’an der: “Cenab-ı Hak, Semi’-i Mutlaktır, her şeyi işitir, hatta en cüz’î bir macera olan ve zevcinden teşekki eden bir zevcenin sana karşı mücadelesini Hak ismiyle, işitir. Hem, rahmetin en lâtif cilvesine mazhar ve şefkatin en fedakâr bir hakikatine maden olan bir kadının haklı olarak zevcinden davasını ve Cenab-ı Hakka şekvasını umûr-u azime suretinde Rahîm ismiyle ehemmiyetle işitir ve Hak ismiyle ciddiyetle bakar.” İşte, bu cüz’î maksadı küllîleştirmek için, mahlukatın en cüz’î bir hadisesini işiten, gören kâinatın daire-i imkânisinden hariç bir zat, elbette her şeyi işitir, her şeyi görür bir Zat olmak lâzım gelir. Ve kâinata Rab olan, kâinat içinde mazlum küçük mahlukların dertlerini görmek, feryadlarını işitmek gerektir. Dertlerini görmeyen, feryadlarını işitmeyen, Rab olamaz. Öyle ise, اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ cümlesiyle iki hakikat-i azimeyi tesbit eder. Hem meselâ,
سُبْحَانَ الَّذٖى اَسْرٰى بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَى الَّذٖى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَا اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ
İşte Kur’an, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın miracının mebdei olan Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya olan seyeranını zikrettikten