Fakat, hakikatte mabeynlerinde uzak bir mesafe var. Sebepten müsebbebin icadına kadar o derece uzaklık var ki, en büyük bir sebebin eli, en edna bir müsebbebin icadına yetişemez. İşte sebep ve müsebbeb ortasındaki uzun mesafede esma-i ilâhiye birer yıldız gibi tulû eder. Matlâları, o mesafe-i maneviyedir. Nasıl ki zâhir nazarda dağların daire-i ufkunda semanın etekleri muttasıl ve mukarin görünür. Halbuki, daire-i ufk-u cibalîden semanın eteğine kadar umum yıldızların matlâları ve başka şeylerin meskenleri olan bir mesafe-i azime bulunduğu gibi; esbab ile müsebbebat mabeyninde, öyle bir mesafe-i maneviye var ki, imanın dürbünüyle, Kur’an’ın nuruyla görünür. Meselâ,
فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ اِلٰى طَعَامِهِ * اَنَّا صَبَبْنَا الْمَاءَ صَبًّا * ثُمَّ شَقَقْنَا الْاَرْضَ شَقًّا * فَاَنْبَتْنَا فٖيهَا حَبًّا * وَ عِنَبًا وَ قَضْبًا * وَ زَيْتُونًا وَ نَخْلًا * وَ حَدَائِقَ غُلْبًا * وَ فَاكِهَةً وَ اَبًّا * مَتَاعًا لَكُمْ وَ لِاَنْعَامِكُمْ
İşte şu ayet-i kerime, mucizat-ı kudret-i ilâhiyeyi bir tertib-i hikmetle zikrederek esbabı müsebbebata rabt edip en ahirde, مَتَاعًا لَكُمْ lâfzıyla bir gayeyi gösterir ki, o gaye, bütün o müteselsil esbab ve müsebbebat içinde o gayeyi gören ve takip eden gizli bir mutasarrıf bulunduğunu ve o esbab, Onun perdesi olduğunu isbat eder. Evet, مَتَاعًا لَكُمْ وَ لِاَنْعَامِكُمْ tabiriyle bütün esbabı, icad kabiliyetinden azleder, manen der: “Size ve hayvanatınıza rızkı yetiştirmek için su semadan geliyor. O suda, size ve hayvanatınıza acıyıp, şefkat edip rızık yetiştirmek kabiliyeti olmadığından,