Hakaik-ı gaybiye, hem esrar-ı şehadet, serair-i ilâhî, revabıt-ı kevniyeye dair
hikâyatıdır hikâyet-i iyanî.
Ki ne vaki reddeylemiş, ne mantık tekzib etmiş. Mantık kabul etmezse, red
bile edemez. Semavî kitabların ki matmah-ı cihanî.
İttifakî noktalarda musaddıkane nakleder. İhtilâfî yerlerinde musahhihane
bahseder. Böyle naklî umurlar bir “Ümmî”den suduru, harika-i
zamanî...
Altıncı unsur ise: Mutazammın ve müessis olmuş Din-i İslâma, İslâmiyet
misline ne mazi muktedirdir, ne müstakbel muktedir; araştırsan
zaman ile mekânı.
Arzımızı senevî, yevmî dairesinde şu hayt-ı semavîdir; tutmuş da döndürüyor.
Küreye ağır basmış, hem dahi ona binmiş, bırakmıyor isyanı.
Yedinci menba ise: Şu altı menbadan çıkan envar-ı sitte, birden eder
imtizac. Ondan çıkar bir hüsn, bundan gelir bir hads, vasıta-i nuranî.
Şundan çıkan bir zevktir; zevk-i i’caz bilinir, tabirine lisanımız
yetişmez. Fikir dahi kasırdır; görünür de tutulmaz o nücum-u
âsumani. On üç asır müddette meylü’t-tehaddî varmış, Kur’an’ın
a’dâsında. Şevk-i taklid uyanmış, Kur’an’ın ahbabında. İşte i’cazın bir
bürhanı. Şu iki meyl-i şedidle yazılmıştır, meydanda. Milyonlarla
kütüb-ü Arabiye, gelmiştir kütüphane-i vücuda. Onlar ile Tenzîl’i,
düşerse bir mizanı.
Muvazene edilse, değil dânâ-i bî-müdanî, hatta en âmî adam, göz kulakla
diyecek: Bunlar ise insanî, şu ise âsumanî!
Hem de hükmedecek: Şu bunlara benzemez, rütbesinde olamaz. Öyle ise
ya umumdan aşağı; bu ise bilbedahe malûm olmuş butlanı.
Öyle ise, umumun fevkindedir, mazmunları o kadar zamanda, kapı açık,
beşere vakfedilmiş; kendine davet etmiş ervah ile ezhanı.
Beşer onda tasarruf, kendine de maletmiş. Onun mazmunları ile yine Kur’an’a
karşı çıkmamış, hiçbir zaman çıkamaz; geçti zaman-ı imtihanı.
Sair kitaplara benzemez, onlara makîs olmaz; zira yirmi sene zarfında münec-
cemen hacetlere nisbeten nüzulü; müteferrik, mütekatı’, bir hikmet-i
rabbanî.
Esbab-ı nüzulü muhtelif, mütebayin. Bir maddede es’ile mütekerrir,
mütefavit. Hadisat-ı ahkâmı müteaddit, mütegayyir. Muhtelif, mütefarik
nüzulünün ezmanı.