Lâfzı tazammun eder pek vasi’ ihtimalât hem vücuh-u kesire ki, her biri
nazar-ı belâğatta müstahsen, Arabiyece sahih, sırr-ı teşriî lâyık görüyor ânı.
Manasında: Meşarib-i evliya, ezvak-ı ârifini, mezahib-i salikîn, turuk-u
mütekellimîn, menahic-i hükema; o i’caz-ı beyanî
birden ihata etmiş, hem de tazammun etmiş. Delâletinde vüs’at, manasında
genişlik. Bu pencere ile baksan, görürsün ne geniştir meydanı.
Ahkâmdaki istiab: Şu harika şeriat ondan olmuş istinbat, saadet-i dâreynin
bütün desatirini, bütün esbab-ı emni,
içtimaî hayatın bütün revabıtını, vesail-i terbiye, hakaik-ı ahvâli birden
tazammun etmiş onun tarz-ı beyanı.
İlmindeki istiğrak: Hem ulûm-u kevniye, hem ulûm-u ilâhî, onda meratib-i
delâlât, rumuz ile işarat, sûreler surlarında cem etmiştir cinanı.
Makasıd ve gâyâtta: Muvazenet, ıttırad, fıtrat desatirine mutabakat, ittihad;
tam müraat etmiş, hıfzeylemiş mizanı.
İşte lâfzın ihatasında, mananın vüs’atında, hükmün istiabında, ilmin
istiğrakında, muvazene-i gâyâtta camiiyet-i pür-şanı!
Dördüncü unsur ise: Her asrın derece-i fehmine, edebî rütbesine, hem her
asırdaki tabakata, derece-i istidat, rütbe-i kabiliyet nisbetinde ediyor
bir ifaza-i nûranî.
Her asra, her asırdaki her tabakaya kapısı küşade. Güya her demde, her
yerde taze nazil oluyor, o Kelâm-ı Rahmanî.
İhtiyarlandıkça zaman, Kur’an da gençleşiyor. Rumuzu hem tavazzuh
eder, tabiat ve esbabın perdesini de yırtar, o Hitab-ı Yezdanî.
Nur-u Tevhidi, her dem her ayetten fışkırır. Şehadet perdesini gayb üstünde
kaldırır. Ulviyet-i hitabı dikkate davet eder, o nazar-ı insanı.
Ki o lisan-ı gaybtır, şehadet âlemiyle bizzat odur konuşur. Şu unsurdan bu
çıkar harika tazeliği bir ihata-i ummanî!
Te’nis-i ezhan için akl-ı beşere karşı İlâhî tenezzülât. Tenzil’in üslûbunda
tenevvüü, mûnisliğidir mahbub-u ins ü canı.
Beşinci menba ise: Nakil ve hikâyatında, ahbar-ı sadıkada esasî noktalardan
hazır müşahid gibi bir üslûb-u bedi-i pür maani.
Naklederek, beşeri onunla ikaz eder. Menkulâtı şunlardır: Ahbar-ı evvelîni,
ahvâl-i ahirîni, esrar-ı Cehennem ve Cinanı.