Yüzde biri kurtulur, Eflâtun, Sokrat gibi. Üçüncü yol; sehildir, hem karib-i
müstakîmdir. Zaif, kavi müsavi. Herkes o yoldan gider.
En rahatı budur ki, şehid olmak ya gazi.
İşte neticeye gireriz: Evet dehâ-yı fennî, evvelki iki yoldur ona meslek ve
mezheb. Fakat hüda-yı Kur’anî, üçüncü yoldur onun
sırat-ı müstakîmi, isal eder o bizi.
اَللّٰهُمَّ ) اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّۤالِّينَ، اٰمِينَ
***
Hakikî Bütün Elem Dalâlette, Bütün Lezzet İmandadır.
Hayal Libasını Giymiş Muazzam Bir Hakikat
Ey yoldaş-ı hüşdar! Sırat-ı müstakîmin o meslek-i nuranî, mağdub ve dâllînin o tarîk-ı zulmanî, tam farklarını görmek eğer istersen ey aziz, gel vehmini ele al, hayal üstüne de bin, şimdi seninle gideriz zulümat-ı ademe. O mezar-ı ekberi, o şehr-i pür-emvatı bir ziyaret ederiz. Bir Kadîr-i Ezelî, kendi dest-i kudretle bu zulümat kıtadan bizi tuttu çıkardı, bu vücuda bindirdi, gönderdi şu dünyaya; şu şehr-i bi-lezaiz. İşte şimdi biz geldik şu âlem-i vücuda, o sahra-yı hâile. Gözümüz de açıldı, şeş cihette biz baktık. Evvel istitafkârane önümüze bakarız. Lâkin beliyyeler, elemler önümüzde düşmanlar gibi tehacüm eder. Ondan korktuk, çekindik. Sağa sola, anasır-ı tabayia bakarız, ondan meded bekleriz.
Lâkin biz görüyoruz ki, onların kalbleri kasiyye, merhametsiz. Dişlerini
bilerler, hiddetli de bakarlar; ne nâz dinler, ne niyaz!
Muztar adamlar gibi meyusane nazarı yukarıya kaldırdık. Hem istimdatkârane
ecram-ı ulviyeye bakarız, pek dehşetli tehditkâr da görürüz.
Güya birer gülle bomba olmuşlar, yuvalarından çıkmışlar, hem etraf-ı fezada
pek süratli geçerler, her nasılsa ki onlar birbirine dokunmaz.
Ger birisi yolunu kazara bir şaşırtsa, el-iyâzübillâh şu âlem-i şehadet ödü de
patlayacak. Tesadüfe bağlıdır, bundan dahi hayır gelmez.