mesleğinde gittiği için تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrını aradım.
Her bir-iki senede o sır, ya Arabî, ya Türkçe bir risaleyi netice verip suret değişiyordu. Arabî Katre Risalesinden, tâ Ayetü’l-Kübra risalesine kadar, o hakikat devam edip suretler değiştirerek, tâ Hizbü’l-Ekber-i Nuriye suret-i daimesine girdi. Yirmi seneden beridir ki, ne vakit sıkılsam ve fikir ve kalbe yorgunluk ve usanç gelse, bu hizbin bir kısmını mütefekkirane okumuşsam, o sıkıntıyı ve usanç ve yorgunluğu izale ediyordu. Hatta, bilâistisna, her gece sabaha yakın dört beş saat meşguliyetten gelen usanç ve yorgunluk, o hizbin altısından birisini okumasıyla hiçbir eseri kalmadığı bin defa tekerrür etmiş.
Mühim bir hakikati bu hakikat münasebetiyle bu zamanda ehl-i medreseye ve hocalara taallûk eden bir meseleyi beyan ediyorum. Şöyle ki:
Eski zamandan beri ekser yerlerde medrese taifesi tekyeler taifesine serfürû etmiş yani inkıyad gösterip onlara velâyet semereleri için müracaat etmişler. Onların dükkânlarından ezvak-ı imaniyeyi ve envar-ı hakikati aramışlar. Hatta medresenin büyük bir âlimi, tekyenin küçük bir veli şeyhinin elini öper, tabi olurdu. O ab-ı hayat çeşmesini tekyede aramışlar. Halbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakikatin envarına gittiğini ve ulûm-u imaniyede daha safi ve daha halis bir ab-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarikattan daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarik-i velâyet ilimde, hakaik-i imaniyede ve Ehl-i Sünnetin ilm-i kelâmında bulunmasını, Risale-i Nur, Kur’an-ı Mucizü’l-Beyanın mucize-i maneviyesiyle açmış, göstermiş; meydandadır.
İşte, Risale-i Nur’a herkesten ziyade kemal-i şevk ile taraftarane ve müftehirane medrese taifesinden olan ulemaların koşmaları lâzım ve elzem iken, maatteessüf, daha medrese ehlinin ekseri, kendi medresesinden çıkan bu ab-ı hayat çeşmesini ve bu kıymettar baki hazinesini tanımıyor, aramıyor, muhafaza edemiyor. Lillâhilhamd, şimdi tam tamına başladılar. Sözler mecmuası, hem hocaları, hem muallimleri Nurlara çekti.
Hizb-i Nuriye başındaki Türkçe parçasının “tam Arabî bilen” kelimesinden sonra bu yazılsın: “Veyahut, Ayetü’l-Kübra ve Münacat ve Yirminci Mektub risaleleri yanında bulunan ve okuyan.” Hem dördüncü sahifenin nihayetinden ikinci satırın başındaki و ) لِلْاَوْقَاتِ ) tekaddüm etmiş, لِلْاَوْقَاتِ yazılsın,