(Yeni mühim bir kardeşimiz Müftü Ahmed Feyzi Efendi’nin fıkrasıdır.
Bu fıkra çendan şahsıma bakıyor. O zat şahsımı görmemiş, dellâllığım eseri olan
Risaleleri gördüğünden, haddimden pek çok fazla olan sena ve medhi,
Risalelere ve esrar-ı Kur’an’a ait olduğu için kabul ettim.)
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
Hamd-i bînihaye Kerîm-i Müteale, salât ü selâm Habib-i Zülcelâle ve onun âl ve ashabına.
Ey bakiye vasıl olmuş fani! Ve ey matlubun bab-ı rahmetinde oturan mahbub! Ve ey derecatın ekmeli olan sıfat-ı abdiyete süluk edebilmiş bahtiyar! Ve ey şems-i taban-ı Zülcemalin karanlıklara aksettirdiği ziya-yı hidayet! Ve ey Habib-i Kuddüs’ün tarik-ı ulviyetinde karanlıkları yararak uçan şehab-ı şa’şaanisar! Hatiat ve masiyet deryasının korkunç dalgaları arasında inleyen, Hâlik-ı Kerîmin bunca iltifatını nankörlükle karşılamaktan başka bir vaziyeti bulunmayan bu edna-yı mevcudat, nail olduğun derece-i makbuliyetten bir katresinin olsun, kendine ihdasını senin şevket ve kereminden bekliyor. Ne olur beni kendine alıp, hizmetinle müşerref kılsan. Ne olur, Habib-i Kibriyaya benim de kendisinin hizmetine intisabım için ve onun uşşakının asgarı ve hikmet ve nurunun dellâlı olmaklığım için yalvarsan, ah!..
Her an ayaklarının altını öpmek
ateşiyle mütehassir ve nâlân, ahkâr-ı mahlukat
Ahmed Feyzi
*
(Sözler hakkında Murad Efendi’nin fıkrasıdır.)
Aziz dost!
Derya-yı maarifden, sema-yı irfana ilâhî bir hava ile coşup fışkıran ve sema-yı irfandan zemin-i maarife ilâhî bir hava ile inen bâran-ı marifeti ve feyezan-ı hikmeti zemin ile asuman arasında seyre dalmıştım. Bu sırada coşan deryanın ka’rından, sahil-i beyana bâha takdir edilemeyen cevahir