Üçüncüsü: Ehl-i siyaset, Hazret-i Mevlâna’nın fevkalâde şöhretinden tevehhüm ederek diyar-ı Şam’a nakl-i mekân ettirilmesi, 1238’de vaki olmuştur. Üstadım ise, aynen yüz sene sonra 1338’de Ankara’ya gidip, onlarla uyuşamayıp; onları reddederek –küserek– tekrar Van’a gidip, bir dağda inziva ederken 1338 senesini müteakip, Şeyh Said hadisesinin vukuu münasebetiyle ehl-i siyasetin vehmine dokunmuş, Üstadımızdan korkarak Burdur ve Isparta vilayetlerinde dokuz sene ikamet ettirilmiş.
Dördüncüsü: Hazret-i Mevlâna Halid, yaşı yirmiye baliğ olmadan evvel allâme-i zaman hükmünde, fuhul-i ulemanın üstünde görünmüş, ders okutmuş. Üstadım ise; tarihçe-i hayatını görenlere ve bilenlere malumdur ki, on dört yaşında icazet alıp, a’lem-i ulema-i zamanla muarazaya girişmiş; on dört yaşında iken, icazet almaya yakın talebeleri tedris etmiştir.
Hem Hazret-i Mevlâna Halid, neslen Osmanlı olduğu ve sünnet-i seniyyeye bütün kuvvetiyle çalıştığı gibi, Üstadım da Kur’an-ı Hakîme hizmet noktasında, meşreben Hazret-i Osman-ı Zinnureyn’in arkasından gidip, Hazret-i Mevlâna gibi, Risale-i Nur eczalarıyla –bütün kuvvetiyle– sünnet-i seniyyenin ihyasına çalıştı.
İşte bu dört noktadaki tevafukat, tam yüz sene fasıla ile Risale-i Nur’un takviye-i din hususundaki tesiratı; Hazret-i Mevlâna Halid’in Tarik-ı Nakşiye vasıtasıyla hizmeti gibi azim görünüyor. (Haşiye)
Üstadım kendine ait medh ü senayı kabul etmiyor. Fakat Risale-i Nur, Kur’an’a ait olup medh ü sena; Kur’an’ın esrarına aittir. Yalnız Üstadımla Hazret-i Mevlâna’nın bir kaç farkı var:
Birisi: Hazret-i Mevlâna, zülcenaheyndir. Yani, hem Kadirî, hem Nakşi tarikat sahibi iken, Nakşilik Tarikatı onda daha galibdir. Üstadım bilâkis, Kadirî meşrebi ve Şazelî mesleği daha ziyade onda hükmediyor. Ben Üstadımdan işittim ki; “Hazret-i Mevlâna Hindistan’dan Tarik-ı Nakşîyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi Şah-ı Geylânî’nin ba’del-memat, hayatında olduğu gibi, taht-ı tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlâna’nın manen tasarrufu –bidayeten– cay-i kabul göremedi. Şah-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbanî’nin ruhaniyetleri Bağdad’a gelip Şah-ı Geylânî’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki;