Elcevab: Sa’d-ı Taftazanî'nin اَلرُّوحُ اْلاِنْسَانِيَّةُ لَيْسَتْ مَخْلُوقَةً demesi; قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى sırrıyla, –beka-yı ruh bahsinde beyan edildiği gibi– ruhun mahiyeti; zîhayat bir kanun-u emr, zîşuur bir ayine-i ism-i Hayy, zicevher bir cilve-i hayat-ı sermedî olduğundan mec’uldür. Bu cihetle, mahluktur denilemez. Fakat Sa’d, Makasıd ve Şerhü’l-Makasıd’da, bütün muhakkikîn-i İslâmın icmaına ve âyat ve ehadisin nususuna muvafık olarak, “O kanun-u emr, vücud-u haricî giydirilmiş sair mahlukat gibi mahluk ve hâdistir.” demiştir. Sa’d’ın ezeliyet-i ruha kail olmadığına bütün âsârı şahiddir.
لَيْسَتْ بَيْنَهَا وَبَيْنَ اللهِ نِسْبَة demesi, hulûl gibi batıl bir mezhebin reddine işarettir. Hayvanatın ruhları dahi bakidir, kıyamette yalnız cesedleri fenâ bulur. Mevt ise fenâ değil, belki alâkanın kesilmesidir. وَلاَ سَبَبَ demesi, esbab-ı zâhiriyenin tavassutu ve Azrail aleyhisselâmın kabz-ı ervah hususundaki münacatı bahsinde denildiği gibi, ruhun doğrudan doğruya perdesiz, vasıtasız icad edilmesine işarettir.
اِسْتَقَلَّتْ بِذَاتِهَا demesi, beka-yı ruh isbatında denildiği gibi, cesed ruha dayanır, ayakta kalır. Ruh ise bizatihi kaimdir. Cesed harab olursa daha ziyade serbest olur, melek gibi göğe uçar, demektir ve batıl bir mezhebin reddine işarettir.
(Hususi kısmı)
Haşre dair, Sure-i Rûm’da ... وَمِنْ اٰيَاتِه۪ ... وَمِنْ اٰيَاتِه۪ ... وَمِنْ اٰيَاتِه۪