Kur’anî nehirleri, enva-i türlü avazıyla coşkun coşkun aksın, aksın ki; zaman-ı cahiliyet ve devr-i fetrette son derece ihtiyaçlı olan akvam üzerlerine tulû eden şümus-ı Kur’aniyenin süratle inkişaf ve tevezzü ve nev-i beşerin humsunu ihya, ebedî ve daimî bir nurla tenvir ve izaa eylediği gibi, şu asr-ı dalâlet ve hüsran ve devr-i bid’at ve tuğyanda, ehl-i iman ve tevhidin yaralı ruhlarına merhem olsun.
Evet, altı-yedi seneden beri hoş ve şirin bu manzarayı gören lâtif ve nazirsiz bir gül-i Muhammedîyi (a.s.m.) koklayan Ümmet-i Muhammed (a.s.m.) Sure-i Kevser’den بِحَمْدِهِ وَالمِنَّةِ mükâfat-ı ruhiyesini ve dimağiyesini aldı. Ve bu noktaya ruhum emin idi ki; çoktan beri ehl-i iman ve tevhid, İslâmiyet gibi baki ve sermedî güneşin küsuf ve ufûlüne canavarcasına çalışmayı kendine vazife addeden ehl-i dalâletin pis programlarını görüp nevm-i gafletten uyanarak, Sure-i Kevser’i takib eden iki sureyi lisan-ı hâl ve kaal ile okuyarak zındıklara hitaben, “Bizler sizin nifak denizinde serseriyane ve zulümkârane gezen dalâlet ve sefahet gemilerinize binemeyiz; ancak Kur’an-ı Mucizü’l-Beyanın nuranî ve tevhid sikkeli iman ve İslâm zırhlılarına bineriz. Menzillerimize vardığımızda muvaffakiyet ve semere-i sa’yimiz tezahür ve tahakkuk eder.” diye bağırarak ve اِذَا جَۤاءَ نَصْرُ اللّٰهِ (ilh..) ferman-ı Mübînini tilâvetle, Sure-i Kevser’in müjde ve beşareti bizleri kuvvet ve metanete sevk, hem behcet ve meserrete yetiştirdi. Maruzatıyla nusret ve fütuhatın gelmesi kokusunu alarak, fevc fevc daire-i Kur’aniyeye arz-ı dehâlet ettiler. Bu hususta tesbih ve tahmidin ehemm vazifeleri olduğunu anlayarak tevbelerini reddetmeyen Cenab-ı Rabbü’l-izzet Hazretlerine istiğfara şitab edip salâh ve felâh ve fevz-i necat yollarını tuttular.
“Hemen Rabbim, hakiki verese-i enbiyayı teksir, dünyevî ve uhrevî a’mâl ve makasıdına muvaffak buyursun.” duasını tekrar ile beraber Onuncu Sözün âciz kalemime kumanda verip yazdırdığı şu arizamı takdime cür’et eder, bilhassa dest ve damen-i muallâlarını öperim efendim...
Hamiş: Harman ortasında Mevlevîvari dolaşan bu biçare çiftçi, sözlerini de işlediği işe benzeterek söylediğini tekrar söylemiş, geçtiği yere dönmüş, yine gelmiş ise de ne yapsın? Üstadı, yıldırım gibi seri hatvelerle ilerlerken,