ve ifade hususunda –mübalâğa olmasın– mümkün olsa idi, şu Risale-i kıymetdarînin hakaik-ı nâmütenahisini muvazzıh ve câmi bir çok kelimatın vaz ettirilmesine çalışacaktım ki, hakikat lâyıkıyla ifade edilsin. Zira Hâlik-ı âlem Hazretleri, şu mükevvenatı halk ve icad ve her birini birer vazife ile tavzif ve ecel-i âlemin hululünde mesuliyet noktasında bu dünyada acz ve fakr ve za’f ve ihtiyacını fehm ve idrak ederek, kavanin-i ezeliye ve desatir-i rabbaniyeye imtisal ve ittiba edenlere şu mevzubahs “Cennet” gibi bir nimet ile izaz edecek ve ale’l-husus Cennette en büyük nimet, cemal-i bâ kemal-i rabbaniyeyi müşahede ve müşerrefiyet-i uzma olduğundan, şu fani âlemdeki her şey binnetice Cennete nazır ve hayran olduğu ve şu hakaikın menbaı olan Furkan-ı Mübîn ve Kur’an-ı Azîmin ebvab-ı müteaddidesini feth ve esrar-ı gunâ-gûnuna ıttılâ ile derya-i hakaike dalmak herkese müyesser olmadığından, beş sual ve beş cevap miftah-ı hakikisiyle o künuz-u mütenevvia kapılarını açıp pek yakından ve kemal-i sarahatla gösterilmesi ciheti, değil bu abd-i âcizin kasır aklı, belki oldukça yüksek zekâlara malik olanların bile takdirine hakkıyla şayan olduğunu kail ve kaniim.
Sabri
*
Kemal-i ulviyet ve kıymet-i bînihayesini arz ve ifadeden âciz bulunduğum şu Sözler’deki âlî ve azim üslub ve gayeler, bu abd-i pürkusuru ihya ve âdeta ba’sü ba’de’l-mevt hâline getirdi ve “Siyah Dutun Bir Meyvesi” namıyla müsemma, Avrupa meftunlarına endaht edilen altun topun elmas güllelerini gördüm, hayran oldum.
Sabri
*
Yirminci Mektubu yazarken vaktimin adem-i müsaadesi cihetiyle çabuk yazmağa fazlaca sa’y ettiğimden sathî bir nazar ve kıraat edildi. Derince düşünüp zihnimde takarrür ettiremedim ise de, müsaade-i fazılâneleri ile şu hakikati arza ictisar ediyorum ki, bu mektub-u azimü’l-mefhum, şimdiye kadar tesyar buyurulan umum Nur Risalelerinin hülâsatü’l-hülâsa zübdesi ve menba-ı amiki olduğuna müşahedemle beraber, tafsilât ve teşrihat hususunda